13 Aralık 2020 Pazar

"Dua"nın Dahası

 

Albrecht Dürer, Dua Eden Eller, 1508

 

  "Dua"yı yalnızca bir sonuca ulaşma aracına indirgemek yahut bir menfaat/yarar eldesi maksadına hasretmek avam için tolere edilebilir bir hata olsa dahi az buçuk mürekkep yalamış kimselerce bu hataya düşülmesi kabul edilemez. Zira avam öğrenegeldiği galat-ı meşhur ile hayatını tanzim ve inşa sürecini büsbütün yıkmak ve yeniden yapmak sürecine cesaret edebilmek için destekleyici marifete sahip bir "biliş" ve "oluş" potansiyelinden uzaktır. Bu değişim ve gelişim halini bizatihi onlardan beklemektense bunu onlara hazır halde sunup kabullenmelerini sağlayacak bir kabul edilmiş, meşru ve etkin otoritenin varlığını tesis etmek daha kolay olacaktır. Konumuz ön kabullerin yıkılmasını kolaylaştıracak bir erkin inşa yahut tayini meselesi olmadığı için bu konuyu es geçelim.

  Asıl mesele şu ki insanlar neden dua etmeyi çoğunlukla maddi ve bazen de manevi mertebe, araç, sonuç, yarar, menfaat iktisabına indirgerler. Bunun temelinde küçük yaşta din öğretiminin ehil olmayan yahut avam denilebilecek aile veya sosyal çevrece ifa edilmiş olması sorunu mu vardır? Şahsi kanaatim bunun temelinde bu yetki problemi ve bu yetki probleminin imkan sağladığı şekil problemi; şekil probleminin de zincirleme etki doğurarak yol açtığı amaç problemi yatmaktadır. Şöyle ki bir çocuk sınırlı bilgi kaynağı ve olgunlaşmamış anlamlandırma sistemiyle çevresinde olup biten somut şeyleri ve o dönem itibariyle duyup ettiklerinden türeyen soyut problemleri düşünmeye ve bunlara dair bolca soru sormaya başlar. Burada sorunun muhatabı olarak ailenin ön kabulü şahsi kanaatimce bir yetki problemidir. Elbette ki her aile çocuğunu yetiştirebilme mutluluğuna erişme ve bu sorumluluğu yüklenme cesaretini gösterme hakkına sahiptir. Fakat bu mutluluğa erişme isteği bazen ihtirasa dönüşebilirken mezkur cesareti gösterme hali ise bir fütursuzluğa evrilebilir. Öyle ki burada artık bir büsbütün yetkisizlik hali yahut belki de daha hafif haliyle bir yetki aşımı söz konusu olur. Yani aile çocuğa her şeyi öğretmek pervasızlığına girmemeli, kaş yapayım derken göz çıkarmamalı, burada işin erbabı kim ise o konuda ondan fikir almalıdır. İşte tam da burada yetki problemine müteakip bir diğer problem şekil olarak göze çarpar. Buna göre ise anlatılacak şey doğru bir amaca işaret etse dahi kullanılan üslup ve ifade tarzının ait olduğu entelektüel seviye bir şekil problemi doğuracaktır. Ve en nihayetinde bu problemin ilintili olduğu şey amaç problemine yol açar. Zira burada amaç çocuğa doğru bilgiyi sunmak mıdır, çocuğu şekillendirmekten ibaret bir icraat mıdır yoksa zorunluluk hissinin bertarafını sağlamak adına başından savma gayreti midir? İşte bunların hepsi birbirine müteallik birer problem teşkil etmektedir. 

  Misalen küçük yaştaki çocuk, dini ve dinin konumlandırdığı kavram yahut varlıkları anlamlandırma ve benimse sürecinde çok doğaldır ki bazı arayışlara girişir. Bu arayışların direkt olarak ebeveyne soru şeklinde tezahürünün mümkün olması yanında bunların çözümlenmesi veçhesinden ebeveyni yahut içinde bulunulan sosyal çevreyi taklit hali de bir tezahür biçimi olarak karşılaşılması muhtemel gerçekliktir. Bu arayışların konusu olan kavramlardan biri de "dua"dır. Öyle ki çocuk merak eder: Dua nedir? Ne işe yarar? Ne zaman ve nerde yapılır? İçeriği nasıl olur? Bu sorular ila ahir devam eder. Ebeveyn ise buna cevaben basit ve geçiştirme cevaplar verince konu ileride düzeltilmesi zor bir hale bürünür ve bu düzeltimin gecikmişliğinden mütevellit başkaca sorunların çıkışına da yol açar. Mesela çocuk dua ederek muhatabından (Allah/Tanrı) çikolata ister. Zira ebeveyn duayı onun için yalnızca bir şeyler talep etme aracına indirgemiştir. Çikolata gelmez ve çocuk duanın gereksizliği yahut duanın muhatabı olan iradenin aslında var olmadığı şeklinde şüphelere düşer. Bu durumda ise ebeveyn yeni bir taktik dener ve belki de o duanın hayırlı olmadığı yahut konusuna dair gerçekleşimin zamanının gelmediği şeklinde argümanlar üretir. Elbette ki bu argümanlar kendi içinde belli bir tutarlılığa sahip olabilir ama ya o dua konusu şey o dua eden hakkında hakikaten hayırlı ise ve dua edenin yaşamı boyunca hiç gerçekleşmez ise bu nasıl açıklanacaktır? Bir imtihan olarak açıklanamaz, zira dua eden imtihanı değil duanın muhatabının duanın konusu üzerinde irade ortaya koymasını talep etmektedir. Hele ki bu iradenin ortaya konulmayışı sayısız kez tekerrür arzederse duanın muhatabının varlığından şüpheye düşülmesi ızdırabı daha da derinleşecek ve sonuç menfi seyre bürünecektir. 

  Öyleyse duayı bir sonuç talep etme eksenli bir araca indirgemenin ne gibi bir faydası olabilir? Bu bir galat-ı meşhurdur ve asla fasih-i mehcurdan evla olamaz. Zira kendi başına sorun arzetmiyor görünse dahi ileriki yaşam sürecinde daha derin problemlere kişiyi sevkedecek ve büsbütün inkara imkan sağlayacaktır. Duanın yalnızca bir talepten ibaret değil aslında kişinin inandığı irade ile hasbihal etme imkanı sağlayan baha biçilmez bir müessese olduğu, duada yalnızca emir yahut istek kipinin kullanılmaması ve bu tavrın asli hale sokulmaması gerektiği idrak edilmelidir. Bunun yanında duanın talep ve istek fonksiyonuna başvurulduğunda ise sonucun gerçekleşmemesi ihtimalinde bu sürecin dinî bir zorunluluk yahut rağbet edilmemiş bir yakarış olarak değil de kişinin ünsiyet duyduğu yaratıcısına yakınlaşmasına dair bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira konu, amacın kesinlikle gerçekleşmesi değil amacın gerçekleşmesine yönelik başvurulabilecek imkanları deneme süreci olarak görülmelidir. 

  Bu kapsamda fiili duanın da kavli dua gibi ehemmiyet arzettiğini beyana gerek duymuyorum ki bu aşikardır. Bu çerçevede bir örnek vermek gerekirse aslında olayın nirengi noktasına temas etmekle birlikte tam olarak ehveniyet arzetmeyen şu sözleri takdirlerinize sunuyorum: "Çocukken her akşam yatmadan önce Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı'nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı'ya günahlarımı affetmesi için dua ettim." Bunu Al Capone söylüyor. Burada vurgulamak istediğim "Sen vermiyorsan ben almasını bilirim ya hak yoldan ya da batıl!" düşüncesi değildir. Kastım fiili duanın ehemmiyetine işaret etmektir. 

  Sonuç olarak dua hem müspet hem de menfi bağlamda toplumumuzun farklı kesimlerince yanlış anlamlandırılmakta ve her iki kesim de yağmur duasını sadece talep ve sonuç eksenli temellendirip bunun üzerine yanlış inanç yahut tenkitler inşa etmektedir. Doğru olan ise duayı dinî ve gerekli bir müessese olarak doğru konumlandırabilecek yeteri entelektüel müktesebata sahip olmak yahut sahip olanlara başvurmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder