Bu kadar öz, bu kadar net, bu kadar belirsizliğe kapalı olur ancak bir mefhum. Öyle ki her türlü gereksizliğin ve gereksizin, etrafını kavrayan çorak araziler gibi olmasına karşın yine onlardan ayrılma kudretine sahip olan yol. Öyle ki ufka değin uzanan, ufuktan öte neyle muhatap olacağını bilmemesine karşın duruşundan ve sonsuza uzanışından asla taviz vermeyen belirlilikte olan yol. Bunlar sadece üç tane vasfı. Oysa yolun namütenahiliği, birbirine ayrılmaz bir bütünün asli cüzleri gibi ayrılmazcasına bağlı olan sayısız vasfından kaynaklanıyor. Yolun karşılığı bir tek tanım değil ama yanlışlanmasına bir tek bulgu yetecekken hala buna ulaşmış olan bir tek Allah'ın kulu var mıdır? Varsa dahi bu yanlışlamayı ispata muktedir midir?
Yoldan olan var bir de, adını yolcu koymuşlar. Oysa o varlığını yola borçluyken nasıl olur da ona yol demekten imtina edilmiştir? Evet, onun da adı yol olmalıydı. Zira yürüdüğü sanılan yol onu istese de istemese de bilse de bilmese de koynuna almış, adeta bir tohumu içinde gizleyen toprak gibi kendi eylemişti. Belki de tohuma toprak değil de tohum diyenler müdahil olmuştu yolcuya yol değil de yolcu denilmesi meselesine.
Bu bir imtihan mıydı? Bir zulüm mü? Yoksa bir lütuf muydu? Bunu sorgulamanın bir manası var mıydı? Geldiği yer de yoldu, gideceği yer de yol. Öyleyse onda ve onla veya o olmanın yolcuya dayanılmaz bir ıstırap mı yoksa tadına doyulmaz bir lezzet mi verdiği tartışmasına girmenin ne gibi bir faydası ya da sonucu olabilirdi? Yol ve yolcu ne madden ne de manen ayrılabilecek iki şeyken bu denli sığ tartışmalara girmek ne diyeydi? Susuzlukla boyna inen bir giyotin gibi apansız güneş yakıcılığı altında eriyen ve birbirine bulananlardı onlar ama değildiler bulantı. Elbette ki bu serencam midesinde harp meydana gelmişçesine bir çalkantı ve heyecan sonucu bir çarpıntı yaratmaktaydı ve belki de nihayetinde bir istifra ama değildi bulantı.
Çaresizlikle karışık ümidi, heyecanla bağdaşık korkuyu, had safhada yorgunluğa müteakip uyuyamamazlığı da bünyesinde ihtiva ediyordu lakin bunlardan öte daha ilgi çekici olan birbirine zıtlığın en ucunda karşıtlığıyla meşhur olan her ne varsa bunları koyun koyun uyutabilmesiydi. Böyle de meydan okuyordu kendi dışında olan her ne varsa, kendi dışında cereyan etmekte olan her ne ise.
Pürüzsüz değildi. Belki çukurlar, belki çukur denilemeyecekse de ufak göçükler vardı üzerinde ama bu da kusurları barıştırıp kusursuzluğa eriştirmesinin bir tezahüründen ibaretti. Sahi siz kabul edebilir misiniz jilet gibi bir yolun dayanılması imkansız sıkıcılığını? Ama unutmadan altını çizelim haşa değildi yamuk.
Yolcu ne zamandır yürümekte olduğunu bırakın doğarken kulağına fısıldanmış ismi dahi unuturcasına mecalsiz, takatsiz yürümekte iken birden ötelere çok çok ötelere bakıverdi ki ne görsün bir siluet. İnsanı andırmakta ama siması seçilemeyecek surette uzakta olan bir siluet. Belki de seraptı, belki de zihninin kendisine bir oyunu. Dizleri isyan bayrağını çekmiş, "Artık yeter!" diyecekken tüm yaşanmış yorgunluğa set çekercesine son bir umut ve de gayretle, sanki ilk adımını atarcasına iştiyak duyarak ona doğru yürümeye başladı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder