20 Haziran 2020 Cumartesi

üç müzisyen


The Three Musicians, 

 

Diego Velázquez, 1618



bir gece vakti olduğu muhakkak gün batalı çok oldu
ama bilinmiyor tam olarak saat ve de mekan
bir curcuna var az ilerde, bir şamata, bir eğlence
her şey kendinden kaçışın tezahürü
içiyor bay, içiyor bayan unutmak tek çare! kendine dair her ne varsa
tekrar eden ve de her nakaratta tempo kaydeden bir iştiyakle
içiyor bay içiyor bayan hatırlamamak için kendi dışında her ne varsa

ortada dans edenler en hareketli onlar
masalar bir bir hale oluyor etrafında tavafa hazır beklercesine pisti
umrunda değil sarhoşluğu arayan fütursuz kadının
hiç alakadar etmiyor kimin asli amacının ne olduğu barmeni
öyle ki bu güruh ne tamamen farklı bir amaç 
ne de tamamıyla aynı bir erek için buradalar 
diyorum ya aslolan odur ki
hiçbirinin değil umrunda içilenden elde etmek sarhoşluk dışında bir şey
dans edenler onun için değiller orada
kadınları kesen zamparalar aslında değiller kadınlar için orada
para kazanmaya gelen yok! bu bir kamuflaj gayet de

her gece böyle depreşirken tik taklarıyla saatin alışılmaz cezbesi
doğduğundan ve de bastığından beridir ayak yere insanoğlu
hala yadırgıyorken bu büyüyü
bu gece bir farklılık var 
bu gece değişik bir tılsım, gözü refleksif bir tepkiye
göğsü çarpıntıyla sıkışıklığa garkeden bir tılsım
bir rahatsızlığın belirsiz heyecanı
bir korkunun telaşı var bu gece burada
***

derken kapı açılır da girer içeri seçilmesi zor
kadın mıdır erkek midir
üç kişi
biri sıska uzun boylu kemikleri çıkık elmacıklarından uyluğuna değin
öteki ondan hallice az daha yemiş ki ilkinin üstünü ende
ve beriki çocuk gibi görünür gözlere belki de en tehlikelisi


işte öylece girdiler kapıdan usulce 
kendilerinden emin 
bir o kadar ihtiyatlı tekebbüre malik
ellerinde üç alet, ellerinde üç keman, ellerinde üç silah
ilki çalıverdi birkaç nota 
dayanamadı katıldı öteki de ona
ve nihayet çocuğumsu beriki eşlikte şimdi

pistte artık onlar var
oturdu ağlamaya hazır gözlerle şuh kadınlar
oturdu dudaklarındaki kan kırmızı rujlar
ve zımbalanmışçasına zamparalar sandalyelerine 
dikkatleri yalnız dikildi bu üç bilinmeze
sanki denklem gibi kim çözecekse
sanki "artık gelsin başımıza ne gelecekse!" der gibi konuklar
gerilimle korkuyla atardamarlar

çaldıkça duyuldukça ürperdikçe
sıralananlar bir bir bayıldılar dirayetsiz otlar gibi
yerlere boylu boyunca sereserpe
en son barmen kalıvermez mi? 
beriki yanaştı dibine ve dedi şöyle
söyle neden ayaktasın hala sen?
cevap vermeye bırakmadan imkan 
saplayıverdi keman yayını sivri ucundan
girince böğrüne apansız, adamın 
kaldılar en son üçü sahnede
hiç kimse yokken oldukları gibi yalnızca üçü
ve bir miktar daha devam edip eserlerine
alkışlayacak kimseleri olmaksızın erdirdiler nihayete 
erdirdiler amaçlarına hepsini
erdiler amaçlarına kendileri de böylece


 

11 Haziran 2020 Perşembe

YOL



   Bu kadar öz, bu kadar net, bu kadar belirsizliğe kapalı olur ancak bir mefhum. Öyle ki her türlü gereksizliğin ve gereksizin, etrafını kavrayan çorak araziler gibi olmasına karşın yine onlardan ayrılma kudretine sahip olan yol. Öyle ki ufka değin uzanan, ufuktan öte neyle muhatap olacağını bilmemesine karşın duruşundan ve sonsuza uzanışından asla taviz vermeyen belirlilikte olan yol. Bunlar sadece üç tane vasfı. Oysa yolun namütenahiliği, birbirine ayrılmaz bir bütünün asli cüzleri gibi ayrılmazcasına bağlı olan sayısız vasfından kaynaklanıyor. Yolun karşılığı bir tek tanım değil ama yanlışlanmasına bir tek bulgu yetecekken hala buna ulaşmış olan bir tek Allah'ın kulu var mıdır? Varsa dahi bu yanlışlamayı ispata muktedir midir? 
   Yoldan olan var bir de, adını yolcu koymuşlar. Oysa o varlığını yola borçluyken nasıl olur da ona yol demekten imtina edilmiştir? Evet, onun da adı yol olmalıydı. Zira yürüdüğü sanılan yol onu istese de istemese de bilse de bilmese de koynuna almış, adeta bir tohumu içinde gizleyen toprak gibi kendi eylemişti. Belki de tohuma toprak değil de tohum diyenler müdahil olmuştu yolcuya yol değil de yolcu denilmesi meselesine. 
   Bu bir imtihan mıydı? Bir zulüm mü? Yoksa bir lütuf muydu? Bunu sorgulamanın bir manası var mıydı? Geldiği yer de yoldu, gideceği yer de yol. Öyleyse onda ve onla veya o olmanın yolcuya dayanılmaz bir ıstırap mı yoksa tadına doyulmaz bir lezzet mi verdiği tartışmasına girmenin ne gibi bir faydası ya da sonucu olabilirdi? Yol ve yolcu ne madden ne de manen ayrılabilecek iki şeyken bu denli sığ tartışmalara girmek ne diyeydi? Susuzlukla boyna inen bir giyotin gibi apansız güneş yakıcılığı altında eriyen ve birbirine bulananlardı onlar ama değildiler bulantı. Elbette ki bu serencam midesinde harp meydana gelmişçesine bir çalkantı ve heyecan sonucu bir çarpıntı yaratmaktaydı ve belki de nihayetinde bir istifra ama değildi bulantı. 
  Çaresizlikle karışık ümidi, heyecanla bağdaşık korkuyu, had safhada yorgunluğa müteakip uyuyamamazlığı da bünyesinde ihtiva ediyordu lakin bunlardan öte daha ilgi çekici olan birbirine zıtlığın en ucunda karşıtlığıyla meşhur olan her ne varsa bunları koyun koyun uyutabilmesiydi. Böyle de meydan okuyordu kendi dışında olan her ne varsa, kendi dışında cereyan etmekte olan her ne ise.
   Pürüzsüz değildi. Belki çukurlar, belki çukur denilemeyecekse de ufak göçükler vardı üzerinde ama bu da kusurları barıştırıp kusursuzluğa eriştirmesinin bir tezahüründen ibaretti. Sahi siz kabul edebilir misiniz jilet gibi bir yolun dayanılması imkansız sıkıcılığını? Ama unutmadan altını çizelim haşa değildi yamuk.
   Yolcu ne zamandır yürümekte olduğunu bırakın doğarken kulağına fısıldanmış ismi dahi unuturcasına mecalsiz, takatsiz yürümekte iken birden ötelere çok çok ötelere bakıverdi ki ne görsün bir siluet. İnsanı andırmakta ama siması seçilemeyecek surette uzakta olan bir siluet. Belki de seraptı, belki de zihninin kendisine bir oyunu. Dizleri isyan bayrağını çekmiş, "Artık yeter!" diyecekken tüm yaşanmış yorgunluğa set çekercesine son bir umut ve de gayretle, sanki ilk adımını atarcasına iştiyak duyarak ona doğru yürümeye başladı...

5 Haziran 2020 Cuma

Haddi Aşmak Eyleminin Tehdite Meydan Vermesi

"Night Creeper", Zdzisław Beksiński

   Bir kurgu denilebilecek kadar gerçek olmaktan beri, gerçek denilemeyecek kadar da kusurlardan müteşekkil olan kusursuzluktan noksan bir yaşayış biçiminden kurtuluşunu hayal eden; bu hayalleme serüveninin kendisiyle başlamadığı gibi kendisiyle de nihayete ermeyeceğini idrak etmekten aciz; sığınabileceği güvenli limanları seyrüsefere başladığı an itibariyle yakmak gafletine düşmüş olmasından ötürü artık karaya ayak basamaz; "selâmet der kenarest"e muhatap olamaz duruma düşmüş; bu duruma düşmüş olmanın verdiği acımasız kaygıyı "aman neyse" hamuruyla yoğurup da gizlercesine gözden ırak kılmış; her yumruğun bir direnişten öte hamurun yoğruluşuna hizmet eden bir kifayetsiz muhteris eylem oluşuna şahit olmakla beraber henüz bu totolojiyi kabule hazır konuma erişemeyip kendini doğruların acımsı tadından mutlu yalanların leziz sanılan ekşiliğine savurmuş; "Ben Tanrı'yı çağdaşlarımın yüreklerinde ölü buldum."un ne demek olduğuna anlam verememiş; belki de anlam verebilmekle beraber bunu itirafa yanaşamamış "şehrin insanı" elbette ki o vakte değin varlığını borçlu bulunduğu vehmine kapıldığı, lügatlerde lazım-ı gayrı müfarık addettiği sistemden kaçışıyla zincirlerini parçaladığını sanmak nahifliğinin tezahüründe aslında "aynıların aynı yerde bulunması" prensibini ihlale binaen başlangıcı belirsiz, nihayeti imkansız bir hastalığı doğal sınırlarının ötesine taşımak sorumsuzluğuyla hiçbir canlının yapmayacağı; en basit ifadeyle lüzumsuzluğu, daha kompleks tabiriyle "homo homini lupus" olmak özelliğinin yansımalarını sahnelemişti distopya olarak tesmiye ettiği bataklık yahut çukur denilebilecek habitatından taşıp da haddini aşınca.

  Bu bir "tehdit" -ki bilirsiniz Arapça kökeni itibariyle hudut ile akraba olan hani şu tef'il babından olan tehdit- olabilir miydi benliğini dahi fersah fersah aşmışlıkla övünerek tarihin kimi safhasında yüksek bir tepeden göğe oklar kimi safhasında ise uzay araçları fırlatan insanoğlu için?

  Sözün değil kelâmın, sözlüğün değil kamusun -ki o kamus namustur- ihtirama layık, takdire şayan olması hak idi oysa ki. Öyleyse bunca tevil götürmez zırvanın manası nedir? Debelenip de dışına atılmak için binbir çabanın sarfedildiği kara sayfalı kitap zaten insanın mürekkep oluşuyla itmamının imkana kavuştuğu bir "şaheser(!)" değilse ne ola?