30 Ekim 2019 Çarşamba

Varlığın Çokluğu Yahut İhtiyacın Azlığı


   

   Yüzyıllardan beri ve dahi insanoğlunun yeryüzündeki tarihi itibariyle tartışılagelen bir konudur bu: "İnsan; ihtiyaçlarını karşılamaya dönük varlığının çok olmasıyla mı yoksa varlığının karşılaması gereken ihtiyaçlarının azlığıyla mı yaşamını idame ettirebilir, huzuru yakalayabilir?"

   Bu konuda birçok düşünür, filozof, derviş kendince fikirler serdetmiş; bu çerçevede ifadeler sarfetmiş. Misal Platon'a atfedilen ifade şöyle: "Önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır." Nitekim bu ifade dahi aslında iktisadî bir arkaplana sahiptir. Zira iktisat ilmi "kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanması" ilkesine dayalı ise varlığı yani aktifi ziyadeleştirmek ile ihtiyaçları yani pasifi azaltmak aslında aynı kuvvenin farklı şekilde eyleme geçirilmesinden ibarettir. Öyle ise Platon'un burada sunduğu çözüm belki bir noktaya kadar tatmin edebilir fakat mutlak çözümü sunamaz. Peki bu şekilde değilse meseleye nasıl yaklaşılmalıdır? İhtiyaçları minimize edip adeta bir zühd haline girişmek meselenin çözümünü sunmuyorsa yapılması gereken nedir? Bu noktada Yunus Emre'nin "Ne varlığa sevinirim/ Ne yokluğa yerinirim." kelamına başvurmak büyük önem arz etmektedir. Çünkü Yunus Emre, Platon'un son kertede dahi olsa düşmüş olduğu muhasebe çıkmazına düşmemiştir bu ifadesiyle. Elbette dediğimiz gibi ihtiyaçların minimize edilmesi bir noktaya kadar çözüm sağlayabilir fakat sorunun en sağlıklı çözümü ihtiyaç duymayı sınırlamak değil sahip olmakla olmamak arasında bir fark görmemektir. Yunus Emre'nin mezkur kelamı olmak ile olmamak arasında bir mukayesenin isabetsiz olduğunu gözler önüne sermektedir. İsabetli olan böyle bir mukayese ya da muhasebeye girmeksizin ihtiyaç ile ihtiyacın giderilmesinin kaynağı olan varlığın tek nazarda idrak edilmesidir.

   Kastedilen asgari yaşam şartlarının yok sayılması değildir. İnsanoğlu yalnız ruhani bir mahiyeti haiz değildir. Aynı zamanda fiziki ve biyolojik bir form sahibi olması dolayısıyla asgari ihtiyaçlar gözardı edilmeksizin yaşamın idamesi, maişetin temini en uygun şekilde sağlanmalıdır.

   Maslow'un "İhtiyaçlar Hiyerarşisi"ne bakıldığında piramidin tabanından tavanına doğru sıralamanın şöyle olduğu görülür: "1-Fiziksel ihtiyaçlar ki bunları yiyecek, giyecek, su, barınma, dinlenme vs. olarak örneklendirebiliriz. 2-Güvenlik ihtiyacı. 3-Ait olma ve sevgi ihtiyacı. 4-Değer ihtiyacı ki mesela başarma duygusu, başkalarına saygı duyma ve başkalarından saygı görme, belli bir prestij sahibi olma bu çerçevede değerlendirilebilir. 5-Kendini gerçekleştirme ki bu da ahlak, problem çözme, önyargılı olmamak, hakikati kabul etme vs." Maslow burada kendine göre ihtiyaçları belirlemiş ve belirli bir hiyerarşiye sokmuştur. Hatırlanacak olursa "toplum sözleşmecileri"nde de bilhassa Thomas Hobbes'ta da beslenme ve güvenlik ihtiyacı işaret edilmekteydi. Öyleyse insan evvela yaşamalıdır. Yaşamın olmaması ihtimali zaten konunun kapanması sonucuna götürür. İnsan evvela şuuruyla, canıyla, kanıyla, ruhuyla insan olmalı ve sonrasında ihtiyaçlarının gereğini yerine getirmelidir. Bu noktaya değin Platon'un çözümü işe yaramaktadır. Lakin 3, 4 ve 5. kademelerde yetersizlik sorunu hatta çözümün işe yaramazlığı baş göstermektedir. Öyle ki 3. basamak "ait olma ve sevgi" ihtiyacından müteşekkil ise ihtiyacın minimize ya da yok edilmesi problemi çözüme kavuşturmamaktadır. Ait olma belki irade dahilinde sayılsa bile gerek sevmek gerekse sevilmek iradi değildir, hissîdir, "temâyülât-ı kalbiyye"dendir. Öyleyse burada artık varlığa sevinmek de yokluğa yerinmek de bir mana ifade etmemektedir. 4. ve 5. basamaklar, hele ki 5. basamağın nihayeti olarak kabul edebileceğimiz hakikatin kabulü, ihtiyacın minimize edilmesi ya da ihtiyacı karşılamaya yönelik varlığın maksimize edilmesiyle uzaktan yakından alakalı değildir. Hakikati kabul edersiniz yahut kabul etmezsiniz. Böylece bu keşif ve kabul ediş kendinizi gerçekleştirmenizi sağlar.

   Burada bir menkıbeyi paylaşmayı gerçek olup olmamasına bakılmaksızın en azından kıssadan hisse sahibi olmak açısından kıymetli buluyorum: Vaktiyle bir salik üstadını ziyaret için yollara düşüyor. Bir süre sonra bir nehrin kenarında bir kulübe görüyor ve hem mola vermek hem de kulübede biri varsa selamlaşmak maksadıyla kulübeye varıyor. Kulübede bir adam ki abdest almak için bir güğümü, uyuklamak için bir döşeği var. Kulübede yatar kalkar, günlük üç balık tutar ve bunların birini kendi yer, birini gelen geçen yolcu varsa ona ikram eder, nihayet sonuncuyu da çevrede hayvanat filan varsa onlara verir. Salik, adamla sohbet eder ve aynı üstadın talebesi olduklarını öğrenir. Sonunda adamın selamını üstadına iletmek ve mukabilinde üstadının adama bir emri varsa ona bildirmek üzre vedalaşır. Sonra salik, üstadına varır ama o gıpta ettiği zahidane yaşam süren kulübedeki adamın tam aksine büyük hürmet gösterdiği üstadı bir eli yağda bir eli balda denecek surette varlığın içerisindedir. Bu durum saliki derin bir hüzün ve tabiki inkıta-yı muhabbete uğratır. En nihayetinde salik ayrılırken kulübedeki adama üstadının bir sözü olup olmadığını sorar. Üstadı der ki: 'Ona söyle güğümü nehre atsın, abdestini de nehirden tazelesin.' Salik şaşırır, anlamaz ama adama da iletme sorumluluğuyla yolu üzerindeki kulübeye varır. Adama durumu anlatır ve bir yandan da karşılaştığı lükse olan taaccüb ve antipatisini ifade eder. Kulübedeki adam ise kendince durumu izah eder: 'Bak kardeşim zahire aldanma. Sen orada nice varlık gördün, bal gördün, yağ gördün ama onların hiçbiri o zatın kalbine girmiş değildir. Öte taraftan burada bir güğüm bir de döşek gördün ama şu güğüm bile başlı başına benim gönlümü işgal etmiş idi. Ne vakit iki rekat namaza dursam aklım güğüme giderdi. Ha çalındı, ha çalınacak diye. 'Aman çalınırsa ben ne yaparım, ikide bir nehre mi ineceğim abdest için? ' şeklinde zihnim meşgul olurdu. Üstad bu sebeple senin bana bu telkini iletmeni istemiş.

   Son olarak bu değerlendirme sürecinin bir riski olduğunu belirtmekte fayda var. Değerlendirmemiz ne bir züğürt tesellisine dönüp "işçisin sen işçi kal" formatına bürünmelidir ne de bir zenginlik şehvetini aklama aracına dönüşüp doymazlığın utanılmaz aracı olmalıdır. Çözüm basittir:



Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim

   

2 Ekim 2019 Çarşamba

Karabekir Paşa'ya Hürmet ve Muhabbetle

Karabekir Paşa'ya Hürmet ve Muhabbetle


Vatan senin millet senin ardındadır Karabekir
Şehîd olan gazî kalan emrindedir Karabekir
***
Durmak nedir bilmez idin devletine hizmet için
Hürmet bilen evlâtların yâdındadır Karabekir
***
Ebu’l-yetîm oldun paşam yettin garîb gurebâya
Binler değil milyonların gönlündedir Karabekir
***
Tavsîfine yetmez kelâm bizden sana olsun selâm
Şahsiyyetin kıstasların fevkindedir Karabekir
***
Şarktan güneş doğmaktadır hânelere girmektedir
Huffâş olan bedbahtların peşindedir Karabekir
***
Bir dem gelip bir dem geçer nâmın kalır çağlar aşar
Senin gibi kahramanlar dillerdedir Karabekir
***
Tâhâ anıp ismin müdâm minnet duyup rahmet diler
Şehîdlerin sıddıkların indindedir Karabekir.

Taha Yüksel 02.10.2019